- 28 Ağustos 2020
- Yayınlayan: Kavşak
- Kategori: Bloglar
Mayıs 2020 rakamlarıyla dünya genelinde yaklaşık olarak 3,9 milyar insanın karantinada yaşamasına neden olan COVID-19 salgını, kent içi ulaşım özelinde daha güvenli, daha çevreci toplu taşıma gibi diğer ulaşım türleriyle daha bütünleşik ve etkileşimli bir sistem oluşturma adına bir fırsat olarak kullanılabilir. 1970’li yıllardaki petrol krizi, birçok toplumda kriz sürecinde özel araç odaklı kent içi ulaşımın sorgulanmasına neden olurken, sürecin sona ermesi ile birlikte birkaç ülke dışında hemen hemen tüm ülkeler kriz öncesi özel araç odağındaki durumlarına geri dönmüştür. Bugün en güvenli ve sürdürülebilir kent içi ulaşım sistemlerine sahip ülkeler olarak örnek gösterilen Hollanda ve Danimarka ise petrol krizi öncesi duruma geri dönmek yerine, kriz anını kentliler için insan odaklı sürdürülebilir ulaşımın geliştirilmesi için bir fırsat olarak kullandılar.
Bizler de bu salgın sürecinde daha önce hiç karşılaşmadığımız durumları tecrübe etmiş olduk. Bu dönemde dünya genelinde kent içi hareketlilik talebinde yaklaşık olarak %50-90 arasında bir düşüş meydana geldi. Türkiye’deki birçok büyük şehirde de kent içi toplu taşıma talebinde ortalama %85-90 oranında bir düşüş meydana gelirken diğer bir çarpıcı veri ise toplu taşıma ile aynı oranda olmasa da özel taşıt kullanımında meydana gelen %74’lik düşüştür. Bu süreçte dünya kentlerinin tamamında kent içi hareketlilikte büyük bir düşüş meydana gelmiş olsa da özellikle sağlık, gıda ve acil durum hizmetlerinde çalışan insanların bulaş riskinden korunarak günlük ulaşım taleplerinin karşılanması gerekmektedir. Bu nedenle de “Evde kal” çağrılarının yapıldığı, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı birçok ülkede motorsuz ulaşım seçeneği olan bisikletli ulaşıma talep artmıştır. COVID-19’un yayıldığı Çin’in Wuhan şehrinde sokağa çıkma yasağının getirildiği 50 gün boyunca bisiklet paylaşım sistemleri ile yaklaşık 2.3 milyon yolculuk yapılmış, kiralama başına yapılan kilometre %69 artmıştır. Türkiye’deki bisiklet paylaşım sistemlerinin öncülerinden olan Kocaeli’ndeki KOBİS bisiklet paylaşım sisteminde de bu süreçte kiralama başına kullanım süresi, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık 10-15 dakika artmıştır. Bisikletli ulaşıma olan bu talep, Batı Avrupa’dan, Kuzey Amerika’ya, Güney Amerika’dan Doğru Afrika’ya kadar farklı coğrafyalardaki birçok kentte “pop-up” yani geçici bisiklet yolları uygulamaları ile karşılanmaya başlamıştır.
Orta ve uzun vadede kentsel ulaşım planlaması bakış açısı ile baktığımızda bu salgın, krizin getirdiği fırsatlardan birisi olarak tanımladığımız kalıcı bisiklet yollarının uygulanmasına giden bir yol olarak düşünülmeli. Bu süreçte yapılanlar, nihai hedef olan kentin diğer ulaşım türleri ile bütünleşik ve etkileşimli güvenli bisiklet ağına kavuşmasına olanak sağlayacaktır. Bunun en güzel örneği, Avrupa’da salgının merkezi olan İtalya’nın Milano kentinde görülmüştür. Milano, salgın nedeniyle bu yaz toplu taşımadaki yoğunluğu azaltmak için 32 km’lik bir yol ağını bisikletli ulaşım için tekrardan düzenledi. Paris ise 300 milyon avro bütçe ayırarak metro gibi raylı sistemlerle bütünleşik ve içinde pop-up bisiklet yollarının da bulunduğu 650 km’lik bisiklet yolunu Mayıs ayında açtı. Yeni Zelanda ise 100 milyon dolar bütçe ile bisiklet yollarını genişleteceğini duyurdu. Bu ve benzeri örnekler bu salgının kentlerde sürdürülebilir ulaşımın tahsis edilmesi için bir fırsat olarak düşünülebileceğini gösterir.
Ulaşım 2.0
Bu dönemi, daha kapsayıcı ve destekleyici politikalar ve teknolojilerden nasıl faydalanabileceğimizi belirlemek ve salgından önce yaşadığımız karmaşaya geri dönmemek için bütün ulaşım sektörü olarak birlikte dinlemek ve öğrenmek için kullanmalıyız. Ulaşım sistemini sıfırlayabilir ve yeniden başlatabiliriz. Bu dönem, bisikletli ulaşım, toplu taşıma, yolculuk ve taşıt paylaşım uygulamaları gibi farklı ulaşım türleri için bir deney ve gözlem zamanıdır. Türkiye özelinde, kent içi ulaşımda, bulaşın önlenmesi adına alınan kısıtlayıcı ve hijyen önlemlerine ek olarak, pop-up bisiklet yolları, geçici toplu taşıma şeritleri gibi farklı uygulamalarla sürdürülebilir, güvenli ve çevre dostu sistemler yeniden kurgulamaya başlanmalıdır. Sürdürülebilir ulaşımın geliştirilmesi yönünde 1970’lerde Hollanda ve Danimarka’nın ulaşım politikalarında izlediği değişim ve krizi yeniden düşünme fırsatı olarak tanımlama, bizim şehirlerimiz için de yol gösterici olmalıdır.